ABD’nin Doğumla Vatandaşlık Hakkının Sonlandırılmasına Yönelik Başkanlık Kararnamesi’ne Karşı, Yargısal Tepki ve Anayasal Analiz

Amerikan Başkanı Donald Trump, 20 Ocak 2025’te göreve yeniden başladığı gibi “Amerikan Vatandaşlığının Anlam ve Değerinin Korunması” başlıklı 14160 sayılı başkanlık kararnamesini imzalayarak ABD’de doğumla vatandaşlık (jus soli) ilkesini sınırlamaya çalışmıştı. Kararname, anne veya babası ABD vatandaşı ya da yasal daimî oturum sahibi olmayan ve ABD topraklarında doğan bebeklerin vatandaşlığını federal kurumların tanımamasını ve bu çocukların sınır dışı edilmesini öngörüyordu. Ayrıca bu çocuklara Sosyal Güvenlik Numarası (SSN) verilmemesi, devlet yardımlarından yararlanmamaları ve ilerleyen yaşlarda yasal olarak çalışma haklarının olmaması hükme bağlandı. Başkan Trump, aileleri ayırmamak adına ebeveynleriyle birlikte toplu sınır dışı uygulamasını savunduğunu ifade etmişti.
Kararnamenin yayımlanmasından hemen sonra Washington, Arizona, Illinois ve Oregon eyaletleri başta olmak üzere 22 eyaletin Demokrat başsavcıları ve sivil hak örgütleri tarafından çok sayıda dava açıldı. Seattle’daki federal davada görevli kıdemli yargıç John Coughenour, 23 Ocak 2025’te kararnamenin yürütmesini 14 gün süreyle durduran geçici tedbir kararı verdi ve kararnamenin “Anayasa’ya açıkça aykırı” olduğunu belirtti. Bu karar, doğumla vatandaşlık konusundaki değişiklik girişiminin hukuken ilk kez engellenmesi anlamında yorumlandı. Aynı dönemde Maryland, Massachusetts ve New Hampshire gibi eyaletlerde açılan davalarda da kararnamenin ülke çapında uygulanmasını durduran evrensel tedbirler verildi.
Doğumla Vatandaşlığın Anayasal Temeli ve Tarihsel Arka Planı
14. Değişiklik ve Tarihsel Amacı;
ABD Anayasası’na 1868’de eklenen 14. Değişiklik (Citizenship Clause), İç Savaş sonrası dönemde eski kölelerin vatandaşlık statüsünü güvence altına almak amacıyla kabul edildi. Değişikliğin ilk cümlesi, “ABD’de doğmuş veya ABD uyruğuna geçmiş ve ABD yetkisine tabi olan herkes, ABD’nin ve ikamet ettiği eyaletin vatandaşıdır” hükmünü içermektedir. Keza bu hüküm, 1857 tarihli Dred Scott v. Sandford kararının siyahiler için vatandaşlık hakkını reddeden yaklaşımını bilfiil tersine çevirmiştir.
Yargısal İçtihat
- United States v. Wong Kim Ark (1898): Çinli göçmen aileden gelen Wong Kim Ark’ın San Francisco’da doğmasına rağmen ABD’ye girişine izin verilmemesi üzerine açtığı davada, Yüksek Mahkeme 14. Değişiklikteki “ABD’de doğan ve yetki alanına tabi olan herkes” ifadesinin, diplomatik temsilcilerin ve işgalci kuvvetlerin çocukları dışında, yabancı uyruklu ebeveynlerden doğan çocukları da kapsadığına hükmetti. Mahkeme, ABD’de doğan ve daimî ikamet eden Çinli ebeveynlerin çocuğunun doğumuyla birlikte ABD vatandaşı olduğunu ve bunun 14. Değişiklik gereği olduğunu vurguladı. Bu karar, jus soli ilkesinin Amerika’da anayasal güvence altında olduğu yönünde emsal teşkil etmektedir.
- Plyler v. Doe (1982): Teksas’ın, belgesiz göçmen çocukların devlet okullarına kabul edilmemesine ilişkin yasası, Yüksek Mahkeme tarafından Eşit Koruma İlkesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle iptal edildi. Mahkeme, 14. Değişiklik’in “herkese” ve ülke sınırları içindeki “tüm kişilere” uygulandığını, belgesiz kişilerin bile devletin yetki alanı içinde bulunduğunu vurguladı. Bu karar, “ABD yetkisine tabi olma” ifadesinin belgesiz göçmenleri de kapsadığına işaret etmesi bakımından önemli bir karardır.
İlgili içtihatlar, 14. Değişiklik’in yorumunun yüz yılı aşkın süredir geniş ve dahil edici olduğunu göstermektedir; buna göre federal makamlar doğumla vatandaşlık hakkını daraltamamaktadır. Ayrıca vatandaşlık ve göçmenlik konularında düzenleme yetkisinin Anayasa’nın I. Madde, 8. Bölümü uyarınca Kongre’ye ait olduğu; başkanın kararnamelerle Anayasa’yı değiştiremeyeceği genel olarak kabul edilmektedir. Nitekim Virginia Üniversitesi Anayasa hukukçularından Saikrishna Prakash da, başkanın bir anayasa maddesini kararnamelerle yürürlükten kaldırmasının mümkün olmadığını ve bu girişimin eninde sonunda mahkemelerde çözümleneceğini belirtmiştir.
Kararnamenin İçeriği ve Hukuki Sorunlar
Trump’ın 14160 sayılı kararnamesi, federal kurumlara anne veya babası ABD vatandaşı ya da daimî oturum sahibi olmayan bebeklerin vatandaşlık statüsünü tanımamaları talimatını veriyordu. Buna göre 19 Şubat 2025’ten sonra doğan çocuklar, ebeveynleri yasal statüye sahip değilse sınır dışı edilecek ve sosyal güvenlik numarası gibi haklardan mahrum bırakılacaktı. Kararname, U.S. v. Wong Kim Ark kararını fiilen geçersiz kılmayı ve 14. Değişiklik’teki “ABD yetkisine tabi olma” unsurunu daraltarak sadece vatandaş veya daimî oturum sahibi ebeveynlerden doğan çocuklara vatandaşlık verilmesini amaçlamaktadır.
Bu düzenleme, keza şu temel hukuki sorunları barındırmaktadır:
- Anayasal Yetki Sorunu: Göçmenlik ve vatandaşlık konularında düzenleme yetkisi Kongre’ye aittir; başkanın Anayasa’nın açık hükümlerini tek taraflı olarak daraltma yetkisi yoktur. 14. Değişiklik’in lafzı açıktır ve kararnamenin aksi yönde yorumlanmasını engeller.
- Yargısal İçtihatla Çelişki: U.S. v. Wong Kim Ark, belgesiz veya geçici vizeyle bulunan ebeveynlerin çocuklarının bile vatandaş olacağını ortaya koymuştur. Plyler v. Doe kararı ise belgesiz göçmenlerin de Anayasa’nın koruması altında olduğunu belirtir. Bu içtihatlar ışığında kararnamenin yargı organı tarafından onaylanması beklenmez.
- Eşit Koruma ve Ayrımcılık: Kararname, doğumla vatandaşlık hakkını belirli bir gruba (belgesiz göçmenlerin çocuklarına) uygulamamak suretiyle ırk, etnik köken veya göçmenlik statüsüne dayalı ayrımcılık yaratmaktadır. Bu, Eşit Koruma İlkesi’ne aykırı olduğundan sıkı inceleme (strict scrutiny) testine tabi tutulacaktır.
- Uluslararası Hukuk ve Vatansızlık Riski: Kararname, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan “herkesin bir vatandaşlık hakkı vardır” prensibiyle de çatışmaktadır. Migration Policy Institute verileri, kararnamenin yürürlüğe girmesi halinde 2050’ye kadar 4,7 milyon kişinin belgesiz göçmen olarak kalabileceğini öngörmektedir. Bu da kitlesel vatansızlık riskine işaret eder.
Yargısal Süreç ve Gelişmeler
İlk Tedbir Kararları (universal injunction)
Seattle’daki federal davada Yargıç John Coughenour, kararnamenin anayasaya açıkça aykırı olduğu gerekçesiyle 23 Ocak 2025’te yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kısa süre sonra Maryland ve Massachusetts’teki federal yargıçlar da ülke çapında yürütmeyi durdurma kararı (universal injunction) verdi. Nitekim SCOTUSBlog’da yayımlanan kronolojiye göre, 5 Şubat 2025’te Maryland bölge yargıcı Deborah Boardman, 6 Şubat 2025’te Coughenour, 13 Şubat 2025’te Massachusetts’ten Yargıç Leo Sorokin ulusal düzeyde üç ayrı tedbir kararı verdi. İlgili temyiz mahkemeleri, bu tedbirlerin daraltılması taleplerini reddetti.
Yüksek Mahkeme’nin Trump v. CASA Kararı
Trump yönetimi, evrensel tedbirlerin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Yüksek Mahkeme’den müdahale talep etti. Mahkeme 27 Haziran 2025’te Trump v. CASA davasında verdiği 6–3 karar ile evrensel tedbirlerin federal mahkemelerin tarihsel yetkisi dışında kaldığını belirtti; bu nedenle alt mahkemelerden verilen ulusal düzeydeki tedbirler kısmen kaldırıldı. Mahkeme, kararnamenin anayasaya uygunluğu konusunda görüş bildirmedi. Ancak kararında, “tam ve sınırsız (universal) tedbir ile davalıya tam bir çözüm sağlama arasında eşitlik yoktur; sınırsız tedbirlerin tarihi dayanağı yoktur” diyerek bu tür tedbirlerin sınırlandırılmasını istedi. Mahkeme ayrıca kararnamenin karardan sonraki 30 gün boyunca yürürlüğe giremeyeceğini belirterek, yeni hukuki girişimler için süre tanıdı.
Azınlık görüşünde bulunan Yargıç Sonia Sotomayor, hükümetin kararnamenin anayasaya uygunluğunu savunmaktan kaçındığını, çünkü bunun 14. Değişiklik’in lafzı, tarihi ve içtihatları karşısında mümkün olmadığını ifade etmiştir. Fakat hükümetin de kendince haklı olduğuna ilişkin izahati bulunmaktadır.
Sınıf Davası ve Yeni Tedbir
Yüksek Mahkeme’nin kararı, ulusal tedbirleri daraltmış olsa da sınıf davaları aracılığıyla ülke çapında tedbir verilmesinin önünü açtı. Aynı gün American Civil Liberties Union (ACLU) önderliğinde doğacak bebekler ve ebeveynleri adına bir sınıf davası açıldı. New Hampshire federal mahkemesindeki Yargıç Joseph Laplante, 10 Temmuz 2025’te bebekleri bir ulus çapı sınıf olarak sertifiye ederek kararnamenin uygulanmasını durduran yeni bir ön ihtiyati tedbir verdi. Laplante, davacıların esas yönünden başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu ve kararnamenin uygulanmasının telafisi imkânsız zararlara yol açacağını belirtti. Bu tedbir, hükümete 7 gün içinde temyiz başvurusu yapma hakkı tanımış olsa da, kararnamenin 27 Temmuz 2025’te yürürlüğe girmesini fiilen engelledi.
Politika ve Toplumsal Etkiler
- Demografik Etki: Pew Araştırma Merkezi’ne göre 2016’da belgesiz olarak ABD’ye giren anneler 250 bin bebek dünyaya getirdi; 2022 itibarıyla yaklaşık 1,2 milyon kişi, belgesiz göçmenlerin çocuğu olarak doğumla vatandaşlıkla ABD vatandaşı olmuştu. Migration Policy Institute, doğumla vatandaşlığın kaldırılmasının 2050’ye kadar 4,7 milyon kişinin belgesiz statüde kalmasına yol açabileceğini hesaplamaktadır.Bu durum, vatansızlık ve toplumsal dışlanma gibi ciddi sorunlar yaratabilir.
- Uluslararası Karşılaştırma: Kanada ve Meksika gibi yaklaşık 30 ülke doğumla otomatik vatandaşlık verirken, Birleşik Krallık ve Avustralya’da en az bir ebeveynin vatandaş ya da süresiz oturum sahibi olması şarttır. Türkiye’de ise hem doğum yeri hem de kan bağı esasına göre vatandaşlık edinimi mümkün olup, anne ve babası belli olmayan veya vatansız olan çocuklar Türkiye’de doğmuş sayılır. ABD’nin kararnamenin getirdiği sınırlamaları uygulaması hâlinde, Kuzey ve Güney Amerika’daki jus soli geleneği ciddi şekilde zedelenecektir.
- Aile Birliği ve Çocuk Hakları: Kararnamenin öngördüğü toplu sınır dışı uygulaması, çocukları doğum yerinden ve toplumdan kopararak aile birliği ilkesini ihlal edebilir. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de yer alan “çocuğun yüksek yararı” ilkesi uyarınca, devletlerin çocukların statüsünü koruma yükümlülüğü vardır.
Değerlendirme ve Kanaatimiz;
Mevcut içtihatlar ve anayasal düzen göz önüne alındığında, Sayın Başkan Trump’ın 14160 sayılı kararnamesinin hukuken sürdürülebilir olmadığı sonucuna varmak güç değildir. 14. Değişiklik’in doğumla vatandaşlık hakkı konusunda kullandığı net ve kapsayıcı dil, U.S. v. Wong Kim Ark ve Plyler v. Doe gibi emsal kararlar, başkanın Anayasa’ya aykırı düzenlemeler yapma yetkisi bulunmadığını ortaya koymaktadır. Yargıç Coughenour’un “Bu kadar açık bir dava hatırlamıyorum; bu açıkça anayasaya aykırı bir emirdir” sözleri ve Yargıç Laplante’ın sınıf davalarına dayalı önleyici tedbiri, federal yargının kararnamenin yürürlüğe girmesini engelleme iradesini göstermektedir.
Yüksek Mahkeme, Trump v. CASA kararında kararnamenin esasına ilişkin hüküm vermekten kaçınmış ve sadece tedbir hukuku bakımından önemli bir içtihat ortaya koymuştur. Ancak birçok hukukçu, doğumla vatandaşlık hakkının Amerikan Anayasa düzeninin temel bir unsuru olduğunu ve böylesi bir değişikliğin ancak Anayasa’nın 5. maddesindeki ağır süreç ile mümkün olabileceğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla nihai karar, önümüzdeki aylarda Yüksek Mahkeme önüne geldiğinde kararnamenin iptali yönünde olabilir.
Sonuç
ABD’de doğumla vatandaşlık hakkı, sivil haklar tarihinde kölelik sonrası dönemin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve 14. Değişiklik ile anayasal koruma altına alınmıştır. Günümüzde göçmenlik politikalarına ilişkin tartışmaların artmasıyla beraber bu hakka yönelik sınırlama girişimleri görülse de, yargı organları anayasanın üstünlüğünü ve hukukun evrensel ilkelerini savunma yönünde net bir tavır sergilemektedir. Seattle ve New Hampshire federal mahkemelerinin verdiği tedbir kararları, yürütme organının yetkilerini aşan düzenlemelere karşı kuvvetli bir fren mekanizmasıdır. Sonuç olarak, ABD’nin jus soli anlayışını koruyacağı ve kararnamenin iptal edileceği öngörülmektedir; bu da milyonlarca kişinin vatandaşlık haklarının devam edeceği anlamına gelir.
Atty. Av. Kaan Bayramzade
Yorumlar